11 Ekim 2008 Cumartesi

Gerçek aşk

Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum. 
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu. 
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.' 
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal 
kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, 
sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne 
bekleyebilirdim ki! 

Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla 
değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. 
'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi 
ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.' 
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği 
benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, 
hattâ ölümüne mâl'olacak. Bunu benim için yapar mısın?' 
Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi. 
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. 


Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı. 
'Sevgilim' diye başlıyordu, 
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. 

'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip 
çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar 
düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.' 

'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve 
varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.' 

'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu 
kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.' 
'ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki 
krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.' 

'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını 
hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için 
ağzıma ihtiyacım var.' 

'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması 
kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, 
saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilme merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - 
gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için 
gözlerime ihtiyacım var.' 

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o 
çiçeği senin için koparırım bir tanem.' 


Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. 
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu. 
'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok 
sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.' Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu 
susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. 
Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O 
çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. 

Bu gerçek aşktı. 

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler 
sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de 
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. 

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik 
değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda 
bir yerdedir. 

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette 
gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi 
kalır. 

Hayat tam da böyle bir şeydir.

Hiç yorum yok: