11 Ekim 2008 Cumartesi

ÖZLEDİM


Yağmur da var 
Çok sevdiğim rüzgar da 
Bugün Pazar 
Daha uyanmadı komşular 
Damların üzerinde kuşlar 
Daha rahatlar 
Radyolarda eski şarkılar çalıyorlar bu saatlerde 
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçenlere doğru 
Yağmur da var 
Çok sevdiğim rüzgar da 
Daha uyanmadı komşular 
Bugün Pazar 
Ve ben seni çok özledim 

 

Dışan çıkmak istiyor canım 
Tek başına haytalık etmek 
Islanmak Pazar sabahında yağmurda 
Boş caddelerde dolaşmak 
Vitrinlerine bakmak mağazaların 
Sinemaların afişlerine 
Sokakların isimlerine 
Telefon kulübelerinde uyuyan çocuklara 
Bir merhaba demek sessizce 
Sahilde martılara simit atmak 
Otobüslerin ilk seferlerine binmek 
Gitmek istiyor canım 
Hayatın gittiği yere 
Islık çalıp şarkılar uydurmak kendi kendine 
Fırından taze ekmek alıp 
Buğusunu çekmek içine 
Ve ben seni çok özledim 

 

Tam böyle bir şey 
Çiçeğe su yürümesi 
Bebeğin ağlaması 
Toprağın uyanması 
Yağmurun yağması 
Ateşin sıcağı 
Bu Pazar sabahı 
Tam böyle bir şey 
Bir sabahçı kahvesine uğramak 
Bir bardak çay 
Taze dem kokusu 
Hayatın atardamarlarında dolaşmak 
Bölmeden şehrin uykusunu 
Bir siir yazmak 
Pazar bulmacasının boş karelerine 
Şiirde tam da bunu anlatmak delice 
Tam böyle bir şey 
Hesapsız gölgesiz bedelsiz kimsesiz 
Bir şiir yazmak 
Bir bardak çay içmek 
Sokaklarda gezmek 
Yağmurda ıslanmak 
Ve ben seni çok özledim 

Bir hayalin peşinde koşabilmektir aşk…

Üstelik harcanan yılların sonunda o hayali hiç gerçekleştirememe olasılığına rağmen…Günleri geceleri bir odaya kapanarak geçirirken bir telefon çığlığına bir kapı ziline ömrün yarısını verebilmeyi düşünmektir aşk yada duyulacak bir sesle ömrün üzerine bir ömür daha ekleneceğini hissetmektir aşk.Birine hayatını bağışlamışken onsuz yapamayacağını düşünürken bir gün yapa yalnız kalma korkusunun bütün vücudunu titretmesidir aşk.İhanet dediğimiz iki yanı keskin bıçağın üzerinde yürüme riskini göze almaktır aşk.Bu bıçak ki saplanabilir yüreğine.Bıçağın verdiği acıyı bütün hücrelerinde hissetmene rağmen onu iyi edecek hiçbir ilacı bulamamanın verdiği çaresizliği yaşamaktır aşk.Herşey çok iyi giderken mutluluk ormanına her gün yepyeni fidanlar ekerken,insanların sana ve ona bakıpta ileri baktığını düşünürken bir sabah uyandığında onu yanında bulamama fikrinin seni deli etmesidir aşk.Terkedildiğinde hayata küseceğini,suçlayacak yüzlerce insan bulacağını,kin tutacağını,intikam yeminleri edeceğini bilmektir aşk.Bir özlem şarkısının içini eriten ezgilerinin kulağından girip yüreğine doğru akmasını sonrada gözlerinden damla damla dışarıya taşmasını hissetmektir aşk.Hiç görmediğin,hiç dokunmadığın,sesini bile duymadığın birine tutkuyla bağlanmaktır aşk.Belkide göreceğin ilk anda bitecektir bu tutku.Buna rağmen delicesine özlemektir aşk.Tutkun yüzünden aptallıkla suçlanmayıda göze almaktır aşk.Sana aptal diyenlere söyleyecek hiçbir kelime bulamazken yüreğinin onu seviyorum diye haykırmasıdır aşk. Plansız, hesapsız, ölçmeden, biçmeden,kaygısızca ama hep olumsuzluğunda göze alarak kendini bırakmaktır aşk.Güçtür aşk.Yenilgi sadece zayıflara mahsuzdur ve aşkın zayıflığa tahammülü yoktur.Bu yüzden her türlü pisliğe vurdumduymazlığa,kalleşliğe,iki yüzlülüğe karşı kazanılmış bir zaferdir aşk.Yarını düşünmeden sadece içinde bulunduğun anın hazını bütün benliğinde hissetmektir aşk.Sayılarla,harflerle belirlenmiş herşeye meydan okuyan bir belirsizliktir aşk.O belirsizliğin içinde savrulurken bir sonraki günü dakikası dakikasına planlamanın ne kadar saçma olduğunu görebilmektir aşk.Ve aslında hiçbir benzetmenin hiçbir tarifin aşkı tanımaya yetmeyeceğini bile bile bu konu üzerinde yazma cesaretini gösterebilmektir aşk…

Ayrılığın ilanı

 Gidiyor musun diye sorma bana.
Gönderen sensin. 
Ne terk etmeyi istedim seni,
Ne de daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi. 
Senin kadar öfkeliyim ben de.
Senin kadar endişeli...

Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana
Ama inandıramadım seni. 
Sen, sorgularken beni kafanda
Ben, gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla.
Bir tek sözün bağlardı beni sana, 
Oysa sen hep susmanın koynunda.

Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku,
Teslim alır bedenleri de. 
Sütten çıkmış ak kaşık değildim
Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza. 
O dünya ki bazen minicik bir odada
Bazen kentin ortasında şekillendi.
Nasıl da güzeldi...
Zaten varsın diye her şey güzeldi ama
Sen buna inanmadın. Ah bu sorular...

Yaşamak varken sevdayı delice,
Niye boğarız sorularla?
Nasıl ikna edebilirdim seni? 
Ben, aşk dedikçe sen, dur dedin. 
Ben, seninleyim dedikçe
Sen, hayır dedin. 
Zaten az konuşan sen
Olumsuz ne kadar sözcük varsa
Bulup çıkardın ortaya.
Bense hiç bir şey diyemedim.

Ne kadar zarar vermişim sana meğer.
Nasıl değiştirmişim seni. 
Oysa hiç böyle düşünmemiştim. 
Kimseye zarar vermek istemem ben. 
Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem. 
Ama öyle oldu işte. 
Demek ki; gitmelerin zamanı şimdi.

Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. 
Ne sevişmelerimiz kalır aklında, ne sevda sözlerimiz. 
Rahat değilim diyordun ya, rahat ol artık. 
Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı. 
Tedirginliğinin sebebi de kalktı ortadan.

Biliyor musun bir tanem!
Gidişim yürekten değil, zorunluluktan.
Sanma ki, bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım. 
Sanma ki, benden sakladığın gülüşleri
yalancı yüzlerde ararım. 
Seni de götürürüm yüreğimde.
Her zaman yokluğunu taşırım.

Bulup, bulup kaybettim seni bebeğim. 
Ne yazık ki, tozduman edemedim kuşkularını.
Ne yazık ki, kalamadın bana. 
Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde. 
Kokladıkça; bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın.
 

Gerçek aşk

Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum. 
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu. 
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.' 
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal 
kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, 
sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne 
bekleyebilirdim ki! 

Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla 
değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. 
'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi 
ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.' 
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği 
benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, 
hattâ ölümüne mâl'olacak. Bunu benim için yapar mısın?' 
Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi. 
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. 


Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı. 
'Sevgilim' diye başlıyordu, 
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. 

'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip 
çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar 
düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.' 

'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve 
varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.' 

'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu 
kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.' 
'ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki 
krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.' 

'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını 
hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için 
ağzıma ihtiyacım var.' 

'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması 
kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, 
saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilme merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - 
gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için 
gözlerime ihtiyacım var.' 

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o 
çiçeği senin için koparırım bir tanem.' 


Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. 
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu. 
'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok 
sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.' Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu 
susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. 
Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O 
çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. 

Bu gerçek aşktı. 

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler 
sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de 
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. 

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik 
değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda 
bir yerdedir. 

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette 
gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi 
kalır. 

Hayat tam da böyle bir şeydir.

SEVMEK Mİ SEVİLMEK Mİ?

 



Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.

- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?

- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?

- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...

- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz suydu:

"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:

- Peki ya sonra ? dedi.

- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.

- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.

- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?

Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:

- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.

- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.

- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum.

- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?

- Biraz öyle...

- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.

- Neden?

- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.

- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?

- Evet...

- Çok garip bir insansın.

Kemal sustu... ve sonra

- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?

- Tabii ki değil.

- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.

- Kendini soyutluyorsun insanlardan.

- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.

- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?

- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.

- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...

- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.

- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?

- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.

- Nasıl yani?

- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.

Bunu fark eden Kemal:

- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik...

Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:

"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır."

Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:

- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.

Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal'i.

- Niye sustun?

- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.

- Ama tüm bunları biliyorsun sen

- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:

- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.

- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?

- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?

- Sen sevilmekten korkuyorsun

- Belki...

- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?

- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.

- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.

- Nasıl?

- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...

- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...

- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?

- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?

- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?

- Anlamadım!

- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.

- Benliğim bu kadar kalabalık mi?

- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...

- Sözlerin çok karışık.

- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.

Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:

- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?

- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?

- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.

Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.

Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.

Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.

Sakin unutma:

Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?)

 

AH SU TURKCEMIZ YOK MU?

 


Bizim oradaki Carrefour´un ilk açıldığı zamanlar. Mağazada anlık indirim duyurularını anons eden kişi şöyle dedi:

'Pantolonları indirdik, orta reyonda sizleri bekliyoruz.'


Lise yıllarında Milli Güvenlik dersinde hocamız olan subay, sınıfın
güzel kızlarından birini kaldırmış ve ondan subay rütbelerini küçükten büyüğe doğru saymasını istemişti. Sıralamayı aynen yazıyorum:

'Teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbaşı ve albaşı.'


Geçenlerde gittiğim düğünde takılan paraları anons eden şahıs aynen şöyle dedi:
'Gelin hanım köşede, isteyen takabilir.'


Geçtiğimiz ramazanın Kadir Gecesi'nde teravih namazını kılmak için camiye gittim. Erkekler alt bölümde, kadınlar ise perdeyle ayrılmış üst bölmede hep birlikte namaza durduk. Kadınlar her defasında secdeye 3-4 saniye geç vardıklarından, üstten gelen ses ile bizim hareketlerimiz arasında bir uyumsuzluk başgösterdi. Bu keyfe keder 'senkronizasyon sorunu' mahalle mamımızın, akıllara ziyan bir şekilde duruma müdahale ederek üst kata seslenmesi ile son buldu:


'Bayanlar! Geç kalmayın, erkeklerle yatıp, erkeklerle kalkın!'
Arkadaşımın sevgilisi komiser. Geçenlerde ikisi arabada sohbet ederlerken;
- 'Bilmem kaç merkez, yolda üç tane or..pu var Tamam' diye bir telsiz anonsu gelmiş. Erkek arkadaşı çok utanmış ve hemen telsize sarılıp telsizin diğer ucundaki memura;
- 'Bu ne biçim anons, malum kadın deyin biz anlarız' diye fırça atmış.
On dakika sonra gelen telsiz anonsu ikisini de kahkaha krizine sokmuş.
- 'Komiserim malum kadınlar or..pu degilmiş Tamam'


Bir arkadaşımla balık almaya gittiğimizde, arkadaşım kovanın içinde yüzüp çırpınan balıklara bakıp;
- 'Bunlar taze mi?' diye sormuştu.
Balıkçı da cevabı hemen yapıştırdı:


- 'Yok abla, pil takıp oynatıyoruz'


> > ALFABE

Ben de bu yıl okula başlayan torunum için kuvvetli bir moral alkışı istiyorum. Daha ikinci gün:


'Örrrtmenim, taa evden buraya tel çizmeye mi geldik, hep yumarlak mı yapcaz, harf felan öretmicen mi?' deme cesaretini gösterdiği için.


> > ANNEM!


'Bu taraf bitti.' diye CD'yi arkasına çeviren ve sonra da 'CD çalar çalışmıyor!' diye feryat eden anneme alkış az geliyor!


> > MODEM

Yemek masamın üstünde duran modeme uzun uzun bakan anneanem 'Bu ne?' diye sordu. Ben de kolay anlasın diye 'Hani benim bilgisayarım var ya onunla internete giriyorum. İşte internete girmek için o kutu zorunlu.' diye uzun uzun açıkladım. Anneannem dinledi beni; 'Yani modem bu' dedi ve konu kapandı...

> > YAZ OKULU

Bir alkış da annesine
yaz okulunu kazandığı müjdesini veren üniversite öğrencisine gelsin. Bu yaratıcılığa şapka çıkartılır:

> > BEYİN GÖÇÜ


Tikky olduğu her halinden belli olan kızımız Beşiktaş-Taksim midibüsünde yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır. ''Şekerim dördüncü kez girdim ÖSS'ye, ama yine kazanamadım, gidicem sonunda Amerika'ya o olucak. Böyle böyle beyin göçü oluyor işteeaa!''


Sen git, masrafları ben karşılıyorum.

> > ALMAN YAZAR

Bir alkış da lisede edebiyat dersinde okuduğu şiir bitince sınıfadönüp 'Bu şiiri ünlü Alman yazar
Goethe yazmıştır' diyen hocaya,
- 'Niye, kağıt bulamamış mı?' cevabını veren arkadaşa gönderelim.


> > DÜZ MANTIK

Eğer bir sokakta yürüyorsanız ve camında ''Bu ev kiralıktır'' yazılı bir evin yanından geçip birkaç adım sonra önüne geldiğiniz bir başka evin camında ''Bu da'' yazısını görürseniz bilin ki Trabzon'dasınız.


> > İNGİLİZCE YAZILISI

Bir alkış da ingilizce sınavında
'Nice ........' şeklindeki boşluğu 'Nice mutlu yıllara!' şeklinde dolduran, dahi mi aptal mı olduğunu henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.

> > HÜGO'LAR BEŞLEDİ

Bir alkış da lisede edebiyat kitabından bir metni tüm sınıfa sesli olarak okurken
V. Hugo'ya 'Beşinci Hugo' diyen arkadaşımıza gelsin.

> > NE ZAMAN?

Kardeşim karne almıştı. Fakat birçok zayıf notu vardı. Annem, babamla beni kenara çekip uyarıları sıralıyordu; 'Sakın çocuğun moralini bozmayın, sakın kötü bir şey söylemeyin.' Uyarılar özellikle babama yönelikti; 'Hele de sen, sakın çocuğun gururunu kırma.' Babam daha fazla dayanamadı ve sordu;
'Karne için ne zaman özür dileyeceğiz?'

> > HAVALE

Bankada gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum. Yanımdaki
gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye, işlemini yapan kadın soruyor:
'Parayı kim alacak teyze? Alıcısına ne yazalım?' Teyzem cevap veriyor:
'Bu paranın hayrını görme İnşallah yazalım.'

> > LAMBA

Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta
geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettiricek anons:
'Bacım o
geçtiğin gece lambası değildi, çek sağa.'



> > HACİM NEDİR?

Öğretmen bir arkadaşımdan naklen; 5. Sınıfların Fen Bilgisi sınavının 2. sorusu: 'Hacim nedir? Bir örnek vererek açıklayınız.'
Öğrencimizden gelen cevap:


'Hacdan gelenlere hacim denir. Örnek: Nasılsın hacim?'


> ASABİ POLİS

Hareketli bir Bağdat Caddesi akşamında, polis abilerimiz rutin olduğu
üzere devriye gezmektedir. Işıklarda müşteri bekleyen taksiye
yaklaşılır ve; ''Ticari, bekleme yapma, devam et.'' anonsu yapılır.
Camdan eliyle '1 saniye' işareti yapan taksiciye, ikinci ve çok
manidar anons gelir ardından;
''Ticari, benne pölümüye girme! Devam et dedik!''